Büyük olasılıkla NORŞİN'den ARİZONA'ya başlığıyla yayımlanacak olana hayat hikayemden bir alıntı:
O günden beridir fazla bir değişim göstermedim. İnandığım prensipler için büyük riskler alıyorum. Örneğin, 2006'da bir Temmuz günü, ailem ve New Yorklular beni iş başında gördüler. Tatil için ailece ziyaret ettiğimiz Manhattan'da Hotel Park South'ta bir oda ayırttık ve bir hafta boyunca şehri ve anıtları gezdik. Central Caddesinden güneye doğru iniyorduk ve Worth Caddesini yeni geçmiştik. İş çıkışıydı ve yüzlerce yaya karınca kolonisi gibi kaldırımlar boyunca ilerliyordu. Bu yürüyüşün her anından zevk alıyordum ve sanki İstanbul sokaklarında yürüyor gibiydim. Thomas Paine Park civarında bir kadının yardım çığlığını duyduk. "Telefonumu kaptı! Telefonum!" Sonra sol elinde siyah bir evrak çantası olan kırklı yaşlarında uzun boylu bir adam gördük. Geri geri yürüyor ve sağ elinde bir cep telefonunu havada tutarak kurbanına doğru bağırıyordu:
― Eğer 50 dolar verirsen telefonunu geri veririm.
Kalabalık yavaş hareketlerle ilerliyordu. Telefonunu kaptıran kadının yakınında birkaç adam vardı. Caddeye yakın duran kapkaççının etrafında yaklaşık 4-5 metre yarıçapında bir çember oluşmuştu. Sonra adamı Central Caddesinden altıgen şekilli binalara doğru karşıya geçerken gördüm. Kadın ve birkaç yaya peşinden gitti. Biz de Worth Caddesine doğru onu izledik. Olay, hayatlarının büyük bir bölümünü yayadan çok kaktüsler görebileceğiniz sakin bir kasabada geçirmiş olan çocuklarımın hayli ilgisini çekmişti. Bu gerçek bir kriminal olaydı ve onların gözleri önünde cereyan ediyordu.
Bense karmaşık duygular yaşıyor olduğum için iki misli rahatsızdım. Kendimi kurbanın yerine koyup telefon cihazının hafızasındaki dost ve akrabalarının telefon numaralarını düşününce cep telefonumu kaybetmeyi kabullenemezdim. Kendimi failin yerine de koydum. Ne daha önce soygun veya hırsızlık yapmış olduğum içinde ne de yaptığını haklı çıkarmak içindi, ama onu kriminal bağlamından ayırarak cesaretine hayran olduğum için kendimi failin de yerine koymuştum. Güpegündüz sokak ortasında, parasızlıktan çaresiz kalmış görünen adam, New Yorklulara meydan okuyordu. Çok büyük bir risk alıyordu. Kalabalıkların korkak olduğunu biliyordum. Ben de yirmili yaşlarımda İstanbul sokaklarında kalabalıklara meydan okumuştum ve daha sonra 2011 yılında Ground Zero denilen Dünya Ticaret Merkezinin önünde yüzlerce New York'luya Amerikan kanlı emperyalizminin ve zalim kapitalizmine destek verdikleri veya sessiz kaldıkları için meydan okuyacaktım (youtube'te bulabilirsiniz). Kalabalığın içindeki bireyler sorumluluklarını, özellikle de riskli olanları başkalarına ihale ederler. Yani sürü psikolojisinin felaketli hipnozunun insanları, müdahele ederlerse rahatlıkla durdurabilecekleri en korkunç haksızlıklara ve zulümlere seyirci haline getirdiğini biliyordum. Ben Sünni bir mukallit iken de sürüye iyi bir koyun adayı değildim. Adamın etrafındaki çember daralıyordu. Şoku atlattıktan sonra kalabalıktaki birkaç kişinin yavaş yavaş cesaretini toplayacağının farkındaydım. Ama o hala kadından cep telefonuna karşılık 50 dolar istiyordu. Onun için endişelenmeye başlamıştım. Kalabalık acımasızlaşabilirdi. Bu bir ironidir. Grup psikolojisi, aniden, korkudan aşırı bir vahşete doğru yön değiştirebilirdi; bu korkak tavşanlar ansızın bir kurt sürüsüne dönüşüp adamı linç edebilirdi.
Geçen her saniye aleyhine işliyordu. Bu yüzden hem suçluyu hem de mağduru kurtarmak için olaya müdahale etmeye karar verdim. Çemberi yarıp kapkaççıya yaklaştım. Cebimden 20 dolar çıkardım ve onu kadının telefonuna karşılık kabul etmesi için suçluya önerdim. 50 dolarda ısrar ediyordu. Ona verebileceğim en fazla miktarın bu olduğunu ve kalabalığın kısa bir süre sonra onu linç edebileceğini söyledim. Mesajı aldı. 20 doları kabul etti ve telefonu bana verdi. Telefonu ona verdiğimde kadının bana teşekkür edip etmediğini hatırlamıyorum. Muhtemelen o 20 dolar hayatımda kullandığın en iyi 20 dolarlardan biri idi.